Geceler şairlerin ve delilerindir ve onu kimselerle paylaşma hevesim yok.
Öksüz bir yalnızlık, kendini yiyip bitiren bir sigara ve kâğıt kalemle günün ilk ışıklarına kadar yazabilirim. Maun, kahverengi bir masada, zihnim kadar karışık sayfalar arasında kaybettiğim aklımı bulabilirim. Usulca açarım gülmeyi unutmuş kaderimin baş dostu defterimi. Belki orada bulabilirim biraz huzur ve az biraz sevinci.
Kar beyaz bir kâğıda bütün kalp ağrılarımı dökebilirim. Bir mürekkep izinde bulabilirim geride bıraktıklarımı ve silemeyebilirim uykusuz gecelerimin hatıralarını… Ellerim titrese de, yanaklarımdan çeneme doğru bir yağmur başlasa da duramam. Yazarım, kâğıtla kalbim bir olana dek.
Kara bir duman dolarken ciğerlerime, onu dudaklarımdan özgür bırakabilirim tüm kırgınlıklarımla birlikte. Kahverengi masamda ufak, gri yağmur bulutları gibi küller… İki parmak arasında biten beyaz bir hayal. Ah ben içmeden duramam.
Ve yine yazarım ruhumun derinliklerine sızan cam kırıklarını. Nasıl her gün kesikler içinde sızladığımı, ne çok kanadığımı ve haykırmaktan sesimin epeydir kısıldığını…
Yazarım, evet. Beyaz kâğıdım, kara mürekkebin hafif cızırtılı çığlığından kapkara olana dek, göğsümdeki ölüm ağırlığı, rahat bir soluk alabilmeme izin verinceye dek yazarım.
Ne zaman ki güneşin yalancı ışığı aydınlatır tenimi ancak o zaman bırakırım kâğıdımı ve kalemimi. Güneşe sırtımı döner, bölük pörçük bir uykuda aramaya devam ederim teselliyi.
Birkaç senedir değişmedi bu düzen. Belki yitip gider zamanın kollarında dedim ama isteği de yok gibi… Ben de bıraktım kendi haline. Dedim ki madem memnundur bu bitmek bilmeyen karanlıktan. Öyleyse ben tek bir kibritin ışığıyla bile rahatsız etmeyeceğim onu.