Kuzenim bizi arabasıyla üniversitenin önüne bıraktı. Yardımların geldiğini ilk orada gördüm. AFAD birkaç çadır kurmuştu. Bir tanesinin içinde soba vardı. İçi kirli olsa da böyle bir felaketin ortasında her yer evimizden daha iyiydi bizim için. Yavaş yavaş yürüyerek laboratuvara doğru geçtik. Yolun yarısında amcam arabasıyla bizi aldı. Annem ve amcam birbirlerine sarılıp ağladılar. İçim burkuldu ama artık gözlerimde yaş bitmişti, ağlayamıyordum.
Bu esnada telefondan arkadaşlarıma yerimi ve ihtiyaçlarımızı belirttim. Üniversiteye gelmemiz arkadaşlarımın yerimi bulması açısından çok iyi olmuştu. Çünkü kuzenimin evinin önü herkesin bulabileceği bir yer değildi. Arka sokaklarda kalıyordu. Yardımlar da arka sokaklara henüz gelmemişti. Hatta doğru dürüst yardım geldiğini söylemek de doğru olmazdı. İnsanlar şoktaydı ve meşakkatli bir yoldan geliyorlardı.
Bir öğretim görevlisinin odasına girdik. Allah’a şükürler olsun ki jeneratör sayesinde telefonlarımızı şarj edebilmiştik. İletişimimizi sağlamak şu durumda hayat kurtarıcıydı. Çünkü dış dünya ile bağlantımızı sadece telefonlar ile sağlayabiliyorduk. Bunun dışında bizi sevindiren bir diğer durum ise odanın sıcak olması ve sıcak çay içebilmekti. Çay tiryakisi babam için bu duruma sevinmiştim. Aynı zamanda laboratuvar tek katlı ve geniş bir binaydı. Depremlerden hasarsız çıkmıştı. Arada bir artçı depremleri hissetsek de burası bize bir nebze de olsa güven veriyordu.
Sınıf arkadaşım ve kardeşim Arda Baş bana ulaştı. AFAD’dan tanıdığı arkadaşı varmış. Adresimi ve numaramı iletti. O arkadaşı sayesinde akşam pilav yedik. Çok mutlu olduk. Günlerden sonra sıcak bir yemek yiyebilmiştik. Yemeği getiren kişiler su gibi bazı temel ihtiyaçları da getirmişlerdi. Hepsi ilaç gibi gelmişti. Özellikle de desteklerini hissetmek bana çok büyük bir güç verdi. Yine sınıf arkadaşım ve kardeşim olan Gülşah Gelmez sayesinde birçok yardım görevlisi ile iletişime de geçebilmiştim. Beni telefonda sakinleştirmişti. Günlerce iletişime geçmediği kimse kalmadı. Her türlü desteğini esirgemedi. Bu iki arkadaşımın arkasında diğer sınıf arkadaşlarım ve kıymetli hocalarım Dr. Bengisu Kaya Özgül, Dr. Muhammet Özdemir ve Dr. Olcay Özdemir’ de vardı. Hocalarım da yine sık sık durumum hakkında bilgi alıyor ve bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Buradan hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum. Dünyanın bütün teşekkürlerini sunsam az kalır. İyi ki varsınız ikinci ailem. Siz olmasanız ümidimi diri tutamazdım. Belki bu kadar direnemezdim.
Akşam vakti İstanbul’dan öğretmen bir hanımefendi geldi. Gönüllü kişiler de yanlarındaydı. Bize çorba ve yorgan getirdiler. Ne tatlı dilli ne iyi insanlardı. Ekmek de getirmişlerdi. Ne kadar dua ettim anlatamam. Çok iyi gelmişti.
Gece uyuma vakti gelmişti. Önce lavaboya gittim. Su yoktu. İnsanlar tuvalet deliği dahil her yere lavabolarını yapmışlardı. O kadar kötü bir görüntü vardı ki. O kadar keskin ve ağır bir koku. Burnumu nefesimi tuttum. İşimi hemen gördüm ve çıkarken aynada bir dakika kendime baktım. Saçım başım dağılmış, yüzüm kireç gibi olmuştu. Bu ben miyim dedim kendi kendime. Ama uzatmanın bir manası yoktu. Görüntümü sindirip odaya döndüm.
Odada on kişiydik. Haliyle uyuma düzenini de ayarlamak zor olacaktı. Çünkü amcamlar ve bizden başka bir abi ile iki oğlu da vardı. Yerlere yorganları serdik. Üzerimize de aldık. Yengem hemen oğluna dört çarpı dört yatak hazırladı. Böyle bir zamanda bile her zaman şımarttığı oğlunu yine şımartmaya çalışması acayip sinirime dokunmuştu. Bizim nereye yatacağımız ne yapacağımız umurunda değildi. Herkes uyumuştu ben de yengemlerin ayak dibine iki büklüm uzandım. Yine de şükrettim. Sıcak bir yerdeydim. Yatar pozisyondaydım ve üstümde yorgan vardı. Çünkü bundan önce iki gün boyunca arabada nemli battaniyelerle kaskatı olmuştum. Pek uyuyamamıştım. O gece yine uykum bölük pörçüktü ama daha iyi hissediyordum.
Sabah uyandım. Sahi kaç gün olmuştu elime yüzüme su değmeyeli? Tuhaf hissediyordum. Tırnaklarım uzamış içi kir dolmuştu. Kıyafetlerim kokuyordu, vücudum kokuyordu. Günlerden sonra ilk defa fark etmiştim. Annem, babam ve kardeşim de çok rahatsızdı. Mikroptan, hijyen yoksunluğundan hastalanmaktan korktuk ama gel gör ki yapacak bir şeyimiz de yoktu. Şimdilik sabredecektik.
Sabah ne yediğimizi hatırlamıyorum. Zaten uyandığımda amcamlar gitmişti. Diyarbakır’a kaçmışlardı. Dün gece giderken beni de götürmelerini istemiştim. Böylece Diyarbakır’dan üniversiteme gidebilirdim. Ama yengem, oğlu arka koltukta daha rahat yatsın diye kabul etmemiş. Sabah beni uyandırmadan gitmişler. Öyle çok zoruma gitti ki. Bu bencilliği hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Bu kadarı da pes dedirtecek cinstendi. Fakat şu an bunun üstünde duracak gücüm yoktu. Arkadaşım Gülşah ile iletişime geçerek buradan çıkmak başka bir şehre gitmek istediğimizi söyledim. Yardımcı olacağını ve araştırma yapacağını söyledi. Çünkü Adıyaman’da bu şekilde daha fazla devam edemezdik. Bunun dışında bir arkadaşım da Aksaray’dan yurt ve ev ayarlamaya çalışıyordu. SSTV’den Büşra hocam Karaman’da bize yardımcı olabileceğini söyledi. Aile dostumuz olan Çomalak ailesi de defalarca arayıp Ardahan’a çağırdı. Bunun için bağlantılar ayarladılar. Bunun gibi sayamadığım daha birçok şey. Allah hepsinden bin defa razı olsun. Elim kolum çok uzun oldu. Bir Türkiye sesimi duydu. Laboratuvarda beraber kaldığım insanlar bile şaşırıyordu. Sen buradan hiç gitme. Sayende bizi duyuyorlar dediler. Ben de dostlarım ve kıymetli hocalarım iyi ki var dedim. Hepiniz çok seviyorum.
Ben de bu arada ailemi buradan ayrılmak için ikna turlarına başladım. Memleket sevdaları ve evlerine bağlılıkları beni zorlasa da kararlıydım. Gerçi onlara da hak veriyordum. Burası bizim toprağımızdı ve evimiz annemle babamın 23 yıllık emeğinden oluşmuştu. Kopmak zor olacaktı. Her ne kadar gitme fikrini ben ortaya atmış olsam da içim buruktu. Yüreğim acı doluydu. Bu şekilde memleketimi terk edeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.
Öğlene doğru arkadaşım Arda, yine arkadaşı vasıtasıyla bize yiyecek gönderdi. Kardeşimle yiyecekleri almaya üniversitenin kapısına doğru yürümeye başladık. Yolda yardıma gelmiş askerlerimizi gördüm. Gözlerim doldu. Sanki ailemden birilerini görmüş gibiydim. Zaten bilen bilir ben de bir asker çocuğuyum. Sırtlarında kocaman çantalarıyla bize yardıma gelmişlerdi. Biricik vatanımın canım evlatları…
Biraz daha ilerledikten sonra diğer yardımları gördük. Tırlar dolusu sular, battaniyeler, yiyecekler gelmişti. Tırların üzerinde belediyelerin, kaymakamlıkların adları yazılıydı. Kendimi muzaffer ve güçlü hissettim. Nasıl güzel bir millet olduğumuzu bir kez daha anladım. Beni duyamayacak da olsalar hepsine teşekkür ve dua ettim. Herkes ikişer üçer tane almış, telaşla çadırlarına götürüyordu.
Biz de bu esnada kapıya varmıştık. Yardımları getiren kişiler geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Geldikleri kapı yan kapıydı ve kilitliydi. Demirlerin üzerinden atlayıp poşetler dolusu yiyecek verdiler. Süt, bisküvi, ekmek, su gibi yiyecek-içecekler vardı. Laboratuvardaki bebekler için de mama ve süt verdiler.
Ne zaman ihtiyacımız olursa arayabileceğimizi ve Arda’nın selamını söylediler. Çok teşekkür ederek uğurladım. Dönüşte yardım tırlarından battaniye ve yorgan aldık. Yükümüz baya ağırlaşmıştı. Taşımakta zorlanıyorduk. Yolda bir askerden yardım istedik. Sağ olsun, hiç ikiletmedi. Elimizdeki bütün yükleri sırtlayıp kaldığımız yere kadar getirdi. Minnet duyduk gerçekten.
Öğleden sonra bize sıcak yemek getirdiler. Yemeğimi yiyip bağlantılara ulaşmaya devam ettim. Şimdilik Aksaray, Karaman ve Ardahan’a gitmek için araç bulabilmiştim. Arkadaşım Fatih Yıldırım ve Vedat da Siirt ve Van’a gelmemiz için yardım etmeye gönüllü oldular. Gazetemin müdürü ve dava arkadaşım Batuhan Karamalak ise Zonguldak’a geldiğimiz takdirde her türlü yardıma hazır olduğunu söyledi. Yine arkadaşım Meryem Fırat da Şırnak’da evlerinde misafir edebileceklerini söylediler. Allah razı olsun hepsinden ancak oralar bize çok uzak geliyordu. Her halükarda kimseye yük olmadan sığınabileceğimiz yer Aksaray’dı.
Arkadaşımın abisini sık sık arayarak bizi almayı unutmayın diyordum. Bunun dışında bir sorun olma ihtimaline karşılık Karaman’dan gelecek gönüllü bir otobüsten de yer ayırtmıştım. Şimdi geriye sabırla beklemek gerekiyordu. Akşam yine sıcak yemeğimiz gelmişti. Binlerce kez şükredip yedik. Geceye doğru ilaç, enerji bar, çorap, bebek ve hasta bezi getirmişlerdi. Yine pilav ve çorba da vardı. Kişi sayısına göre alıp odaya götürdüm. Ardından kapının önünde bir sandalyeye çöktüm. Dalmış gitmişim. Artık surat ifadem, halim ne kadar perişansa iki tane gönüllü abla yanıma geldi. Beni teselli etmeye çalıştılar. Mutlaka bir yolunu bulup buradan çıkın dediler. Haklıydılar. Burada daha fazla barınamazdık. Üstelik artçı depremlerden laboratuvarın duvarlarında ince çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Bu da beni korkutuyordu. Gönüllü ablalarla bir süre sohbet ettikten sonra teşekkür edip odaya geçtim.
Odadaki herkes çoktan uyumuştu ve bana yer kalmamıştı. O geceyi ayakta geçirdim. Sabah herkes uyanınca uyudum. Öğlene doğru uyandığımda arkadaşımın abisi çok yaklaştığını söyledi. Biz de eşyalarımızı toparlamaya başladık. Artık bizim için yeni bir kapı açılıyordu. Başımıza neler geleceğini bilmiyor ve başka bir şehre sığınacaktık. Topraklarımızdan kopuyorduk, koparılmıştık. Bu hissi ne kadar yazsam da tarif edemem. Umarım siz yaşamazsınız. Zor çok zor…
Son bölümde Aksaray’da yaşadıklarımızı ele alacağım. Şimdilik hoşça kalın sevgili okuyucularım… (Bir güç kaynağımda sizlersiniz, iyi ki varsınız..:).