PARMAK BOZDUM HER BİRİYLE
Bir bekleyiş vardır uyanış kemikte. Uzanmış; serpilmiş bir yaşam acının ucunda eşelenmiş dadacı bozgunun elinde.
Viran olmuş, ateşe atılmış insan ve daha çok mutsuzluk dayatılmış yoksullara. Hangimiz rahatız evlerimizde? Ağızlar; yankısız duvarlar misali ve bütün bir gökyüzü bitmeyen bir sokağın etrafında dönüyor. Kan ve güç candan kasırgalaşan ve başkaldıranlar, kıyılanlar umudun kemendini ileriye fırlatacak. Yapraklarda barikat, yılankemiği içerisinde. Kin gücünü alıncaya kadar kininden vazgeçermiş…
Bazen her şeyi yapabilirdim, hiçbir şeyi de. Sular üstündeki buz gibi Ahmet Bey gibi ve bakışlarım uzakta dağıtıyor doğrularını. Görünmeyen kolsu ayaklılarda işimiz. Ben yine de karanlıkta canlı bir uykunun uçurumuna kendimi taşıyordum. İnanmalı zamanın hayatı silmediğine, fecrin her soluğuna, en güzel pencerelere hatta çocukluğumuzun taş kâğıt makas oyununa.
Ben benim yalnızca. Lambanın altında bir akşam... Peki, Kâmil nedir? Eksiksiz, ağırbaşlı… Kaderi mi körleşmiş, siyah zemheri matem var mı gemi, istasyon var mı varış? Nerden bilir Ahmet Bey, kim ki Ahmet Bey? Kapalı hece, son hecesi değişmeyen adam... Hayırlı işler kapı kethüdası. Ya Ahmet Bey olmayanlar sizin de işiniz iş; ama öyle demeyin benim de işim iş üstelik kara kaplumbağası görüyorum her gün bu da az değil ki hem çok duyuyorum bugünlerde Nebbaş, nebbaş, nebbaş… Nedenli nedensiz açtım odanın kapısını uğursuzluk, onursuzluk parmak bozdum her biriyle. Birinde bir adamın kalbine ameliyat yapıyorlar; bir başkasının karnından su alıyorlar; birine narkoz veriyorlar; birinin ayağını kesiyorlar zillet…
Sessizlik kalkacak yerinden yüreklerimiz coşkun, bir gelgitin ucunda gün o gün vakit o vakit…