NEFTİ
Sözün büyüsü eksik kalbine; kaşmir bir şal toz içinde, dünya bağış bekleyen günah gibi yazdıklarıma karıştı. Her dönemeçte temiz kalmayı ürpertiye dönüştüren yağmaların gizli nefise karışan fokurdayan ses içinde ahı kalmış dünyanın tenine dokunuyorum. Yaşam nerde? Başa dönemiyorum, kül bırakan hazır ölüme çocuk gözleri gerek değil miydi? Kuş tüyü gibi düştü, unuttuğum dikkat gösterdiğim bana aşktan bulaşmış saygınlığım, ben cem gibi yanık geride sallanan çardakta düş ölüsü dünyaya doğru kanatlandıkça uzak düştüğüm nefti yüzlerin, insansızlığın büyüttüğü yangınların ortasında incecik bir sesle kaldım. Hüzünlü bir ses sananlar sesimi kendi ölüsü içinde kalanlardır. İnsanı insansızlığa iten çağın vebasıdır. Neyi var neyi yoksa gördüklerimiz insanın kendi unutmasında tohumunu kendi kalbinde yemesindendir. İyi tarafın çarpılır yüzüne, her kafanı kaldırıp gökyüzüne baktığında. Yaraların için bir öğle güneşi, geçmeyen hastalıklı kanırtan akşamın rahvan atlarının üzerinde mahcup bir şekilde her akşam şu sözle yıkanıyorum: ”Kaybolacak suda suretimiz” Göze görünmez insanlar var da göze görünen yardımlar önlerinde hepsi hamal, bu ramazanda da yine öyle oldu. Vicdanı diyorum; kapıları çalanın hangi kapıyı çaldığından nasıl haberi var? Çalmak değil mi bu? Vicdanlarınıza keder, çeşm-i insaf! O pencere neyi gösteriyorsa elimle seçtiğim değil, özünde görünendir.