MEZBELE
Ağzı kan revan içinde bu kurt ki akşamın bitkisini kemiriyor. Havayla suyla yatışıp çıngar çıkaran bu hafiye haykırır; kıskançlığı kırarak ya sen ya yarın! Ve susar perende atarak. Gördün ki sızmaya başlar başka başka kokular oradan sen seni bıraktığında hikâye orada biter. Düşkünleri de kurtarmaya çalışacak kimse yoktur. Mırıldanan iyiliğinden mi, çiyle ıslanmış ağızları! Düşkünleri felakete iten çoktur. Baksan avcıları kovalıyor mu? Biraz daha dinle beni; keder ibrettir. Ayaklarını tırmalayacak her kaçış ve gözlerini bu işler böyledir. Göreceksin kalbim uyaracaktır dilimi ve gördüklerimi. Mutluluktan yoksun. Kızınca saldırırsın karşısındaki aslan bile olsa dikenli çalıklar arasında onun da bir zırhı dolaşır saplansa da varken-ne harika! O iğrenç mezbeleyi kaç kişide gördün! Hırpalansan ne söker bu kirliliği uzun uzun zonklamalar halinde haykırarak taze çiçeklere yalan haber getirir. Hepsi ansızın çözülür, eriyip gider dünya seni hor görerek oysa sen gördün, yutan bir mezar ağızlarda ve öylece yağmur gibi yağan yüzleri hiçbir toprağı doyuramayacak kadar ıslaklığa sahip her damlası düşerken yanan umarsız. Bağrına gömmüşsün senin oğlun bu! Murdar, pas şuh kahkahalarla dünya! Gel gör ki mehtap tutsak düştü buluta!