ELLERİMİZ ÇİÇEK KOKUYOR DİYE
GÖZLERİMİZE SAVAŞ AÇTILAR
Definesi için harap edilmiş cihanın içerisinde en başta kopup gelen uykusuyla; beni bir bedene bağlayan sarkan maviliğin ırmağına, çiçekler dizerek yüzleştim. Hırs kümesine merdiven dayayanların soluksuz, suyu kesilmiş, aktığı yol pislenmiş, örtük çatısı tohum tutmaz, toprağıyla karşılaştım. Ellerimiz çiçek kokuyor diye gözlerimize savaş açtılar. Dünyayı yarmışlar, karnına koymuşlar hırsı. Büyüdükçe büyümüş, söküldükçe sökülmüş, dikiş tutmaz gömlek düğmeleri. Karnımızdaki çirkin sağılan nefis her gün bizimle, kara bir duman is lekesi gibi çürüyen yüzlerimizde. “Aslan, tavşanı kaptı; kuyu başına koştu, içeri baktı. Kuyuda kendi aksini gördü: Suda, kucağında tombul bir tavşan olan bir aslan şekli vardı. Su içinde düşmanını görünce, tavşanı bırakıp kuyu içine atladı. “Ve ben seni bir daha bir daha görmek istemiyorum. Sızıyor yine de perdelenmiş gözümün perişan yüzüme bakan nice şeytan, kuş tutan kendini tuzağa çağıran ıslak sesine, hırsın ve boş emellerin pençesine. Büzüşen korkusuzlukta kabarıp taşıyor küstahlık! Yeniden sayıyorum intihar ve inkâr yanıklarını başucumda. Zaman Mart da canlanır, yeniden sayıyorum, bir sandıkta sakladığım gülen yüzümü çıkaran çürüyen gönlümün zenginliğini, sevdanın saati gittikçe bastırıyor, hırsı hırsızdan, sonsuzluğu bütün dünyayı ateşe vermekten alarak! Ve neşter vurduğum sana sesime açılan sessizlik çukuru, kurda kuşa dağıttığım ekmeğim ve çiçek kokan ellerim, boğuyor üstüme örtülen bağıran yalnızlığımı. Ucu ateşli bir demir değneği bu dünya, yaşadığımız bir andan ibaret. Kuruyan gözlerimiz küskün bakar, tufandan geçecek kuş sürelerinin kanatlarından güz bitimlerine.