BULUTLARIN GENZİNİ YAKAN SICAKLIK
Felaketler doğurduk. -Peki, efendim kaç renkli bacağınız var sizin!
Ben söyleyeyim: Derin bir kuyunun ağzında sütümüz.
Göçerlik duygusu ile kendine yurtsuz kalmış.
-Oldu mu efendim!
…
Ellerimiz tutuşuyor; her akşam güneşin batışıyla, menekşe, nergis, ceylan, geyik, yayla düzlüğüydü içimizdeki suskular, güzel özlemler. Mevsimlerin ayakları nedense acıdan göçmüş. Bizim boynumuz kederli, bir yanda yüzyılın karıncalanmış çağın virüsü, bir yanda sürülmesi gereken toprak gibi insan yaşamları. Hangi birine baksam hüznün sokak lambası ırmak gibi akar yüzlerde. Kentlerin bulanık gökyüzünde cüzamlı gibi çürüyor bulutların genzini yakan sıcaklık. Şikâyetsiz ölürüz her birimiz, kurak boğazımız içinde ah de vefamız kendimize. Ne bozgunuz ne bezirgân, sızıyor yine de sessiz volkan gibi temiz yüreğimiz. Çiçekler açmaz artık seher türküleriyle. Bir zulümdür, insanın insana yabancılaşması. Kendini taşlara, kayalara vuran çağlayan sular gibi. Kavgamız ortaktır. Ocağımız ortaktır. Dinle suyun kendine yaptığını. Ayrılığa düşmüş aşığın sesini. -Peki, efendim kaç renkli bacağınız var sizin! Ferhat’ın sabrına selam, yürürken ardım sürekli cehennem meydanı, dağlar duman tutmuş ben sesi olmayan örümcek gibi korkak…
Ben buradayım diyenler diz boyu, gün üstümüze şatafatlı kir şekilde kapanmıştır.