ILGIN
Oysa bugün bir kez daha insanın derinleşmesi gerekiyordu. Mavilik buz kristalleri biriktiriyordu. Körlükmüş gibi! Göze batacak kadar açık seçikti de hepsi. Boynu bükük tutsaklıkla saf saf dizilen birer güvercindik avluda. Birer birer binip dallarına dağılan çarşafa konulacak yüz adam, belki dahası güneşli bir günde el ele giden - gittiği yere götürür bizi.- Ben gelene kadar son gelen de olmayacak. Uzatan rüzgârlı gül kokusu ile aynada bir kandil vermiş; beyazlığı saf rüyanın parmaklığın arkasından dolanıyor, kapalı evin gözleri etrafında. Çarpık bir iskemle duruyor, söğüt gölgesinde tenimde. Çocukluğum bana dönüyor ve bir kez daha götürüyorum maviliği mordan sarıya, bir dut ağacının kolları eski günlerin yüküne alıştırıyor beni. Biri geliyor arkasından bir kadın olabilir. Göç mademki ötelerde mademki avucumda yaydığı güneş yakıyor ellerimi evler, duvarlar göçü kaldıran kesekağıdı içindeyken göğe doğru gitmeli insan. Süzülerek dili insanın kuşkudan uzak! Sanki ay doğmuş; bir suret, bir ürperti pınara inince çiçek açmış ılgınların içinde hafiflik alır seni gider. Bir gemici yelkeni, geride kalsın. Bir ses duy, nedir ki düşün! Zaman denen denizle gök! Ve ben ki herhangi bir insan! Ölmemiş miydi tüm bunlar? Ben ki bir yaprak kımıldar içimde buluta, yağmura ve yosuna akışı içe dönük akşam güneşini andıran kelepçeli sevgi açmam seni. Söylemem, dilim yarına bağlı buz kristallerinden geceleri içmeye alışık. Bir şarkı söyleniyor uzun uzun bana yeten namesi kadar. Burası nasıl meyhane ve hangi kapı bu! O eski özlemin gittiği yol neresi?