CAHİT BENİ ANLA!
İçime dokundu, öyle dokundu ki buz gibi oldum. Birden bire söylendi. Kurudu gök, kurudu bal tatlısı incir, seni nasıl sürüyordu içine. Öyle ünleme isteği gibi doya doya gövdeni senden istiyordu. Nasıl yalnız ve manasız ağlamaktayız? Kesildi damarlarımız; unutuldu, tüm yaşanılan dönemeçler. Sen yatağında bütün papatya kokularıyla pırıl pırıl kokular içinde. Kapının aralığında bizler kötü bilmeceler içinde. Cahit beni anla!
Gece camlarda başladı. Bizi bu sevdaya alıştıran bizden beter de değil mi? Ah şu yalnızlık… Şu bulanık kemik gibi göğsüme akmış çiçek, kim geçer dallarının arasından? Akıp gidiyor bir ırmak gibi gelenler duyanınız mı var? Cahit, Cahit beni anla!
Bu yalan dünyanın sonu sana derin derin bakan uykusuzluk o da alacak hepimizi. Uykusuzluk bizim heybemizde vardı, heybemizden düşmüştü. Cahit beni anla hey gidi büyük uyku hem de öylesine geniş…
Soyulmuş bir yanım; debelenir dört başlı ejdere, dilimizi bin bir tövbeyle yıkarken gün gün gideriz. Cahit al şu gözümden yaşı! Ciğerime tortulanan havayı dışarı at. Cahit beni anla! Boğazımda urgan… Deli şey şu zaman altı aydır yamaca vuran –mış sanki yaşamak. Acılar, ey acılar! Simsiyah aklım göğsümde bir dağ bırakıyor. Çatlayacak gibi susuzum. Cahit beni anla! Yolunu ayırma benden!