BİR CEVİZ İÇİNDE, KABUK KABUK AYIKLANDIK
Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış. Palyaço haber vermek için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu zannedip alkışlamaya başlamış. Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar daha da artmış. (Soren Kierkegaard)
Köhne çürümüş ceviz, bir yabancı kuşun ağzında asılı duran gökyüzünde altında duranları yıpratacak elbet! Pervazın yıkılmış duvarıyım işte. Tap taze çekilmiş gururum büyütmüştü, beni bu karanlıkta. Bembeyaz ve buz gibi bu sağanakta. Tütsülendik ve ağızlarda bırakıldık. Yanıldık, acılandık, her bir yandan yalnız kimse bilmiyordu, insandan önce insan vardı. Ve pek çok yenilgiyi geriye doğru unutuyorduk. Hepimiz insanız diyordum; geçen günlerimi tek tek öldürdüğüm vakitlerde. Temmuz yeni çiçeklenen dallar gibi birbirlerine kenetlenmiş dolambaç insan ruhunu arar. Mumyalanmış isimler içinde haziran dökülüyor. Çürümüş cevizde kırılıp döküldüğün her basamak senin. Kırık ses, yorgunluk, sorguya çektiğin her şey senin. Ben gibi içimde kırık; her şey benim. Ve içimden bir kuş sürüsü telaşla geçerken telaşsızlığa hazır her şey. Öyleyse karşımda duran ceviz veren ağaç meyvesinin dibine düşmesine üzülüyor. Ağız görmemiş meyve nereye yarar? Hayatımı düşürdüm cevize düşürdüğüm gibi kendimi cevize ben alışkın değilim, kabuğa. İçi boş mu dolu mu nerden bileyim? Bir ceviz içinde, kabuk kabuk ayıklandık. Kanlı bir öğürtü içinde ellerim kavuşmuyor hep bir boşluk kalıyor. Kendimizi daha çok kaybediyorduk, palyaçolukta da alkış tutmada da üstümüze yoktu.