BENİ HOR GÖRME KARDEŞİM
Seferimde kızgın güneş, hasta bir adamın düşleri gibi uyanıyor, yığınla Zonguldak’ın caddelerine, al öfkemi kendini yitir! Nedir sen-ben? Nedir gerçek anlamından uzaklaşmış insan olmak! “Beni hor görme kardeşim/Sen altınsın, ben tunç muyum?/Aynı vardan var olmuşuz/Sen gümüşsün, ben sac mıyım? “ Yaşamına verdiğin tüm gülücüklerini ve çiçeklerini başına yıkarlar. Mademki vakitsiz ölüm düşünceleri bile seni rahatsız etmiyor, ben söyleyeyim öyleyse: Krallar gibi yaşasan sarayın belli. Benim konuşmam hiç duyulmayacak mı? Sen beyazsın, ben siyah! Caddenin ortasında bağırırken kaç kez tanık oldum, bu kirli derenin ayrımcılığına, havaya bırakılan bu kokunun insan üzerlerine nasıl sindiğine. Çamurumuz aynı ise sana hiç bakamayacak mıyım artık, yaşamakta ne mânia var? Acılarımı hevesle üzerimde biriktiriyorum yine. Bugün tanık olduğum, sessiz harfler ile. Sizlerin harflere yüklediğiniz anlamlar ve kör bakan yüzleriniz, işte size çok iyi anlaşılan sözde insan ve sustuklarınız. Ey insan! Seni kaybettiğime ne kadar üzgünüm. Çünkü seninle yeniden konuşmak bana çok ağır gelecek. Kuşkusuz sen yine bir Vali’nin bulunduğu bina karşısında bağıracak ve senin yorgun, bezgin sesine onlar kendi aralarında sana ayrı düşecekler. Değişen insana tanık oluyorum, hayat ne iyi ne de kötüdür. Hayata kötü ya da iyi diyen bizleriz. Tıpkı insan yüzlerine baktığımızdaki gibi biri incir içerisinde bal, diğeri sürekli kokusundan rahatsız olduğumuz bu kokuda nerden geliyor dediğiniz etrafımızda aradığımız koku. Seferimde kızgın güneş var. Hayata gelirken hepimiz ağlayarak geldik, kimisinin ağlamaklı gözleri dinmezken kimisinin de gözleri yaşam sofrasında sevgilere kör kalmış.
Ne diyor Yunus:
Dünyaya gelen göçer
Bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer
Cahiller onu bilmez
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünyaya kimse kalmaz.