Çarpım tablosunu bilmek gerekirdi
ÇARPIM TABOLUSUNU BİLMEK GEREKİRDİ
İlkokula başladığımız zaman saçlarımız kesildi.
Hem de kafamız oldu kabak gibi.
Üzerimizde kara önlük boynumuzda beyaz yaka.
Ayağımızda naylon ayakkabı.
Yandan çıtçıtlı yada köyde isen kara lastik.
Beş yılımız hep böyle geçti.
Öğretmenimizin mandolini vardı.
Haftanın bir günü bize halk oyunları öğretmeye çalışırdı.
Öğrenemeyeni tekme tokat döverdi.
Hiç bir veli, öğretmen benim çocuğumu dövdü diyemezdi.
Veliyi de öğrenciyi de kapı dışarı ederlerdi.
Öğretmenler öğretme gayreti içindeydiler.
Hele çarpım tablosunu ezbere bilmeyen sınıf geçmesini unutsun.
Biz çarpmayı, bölmeyi, toplamayı o zaman öğrendik.
El kadar çocukların hunharca döğüldüğünü de o zamanlar gördük.
Yediğimiz dayakların haddi hesabı yoktu.
İlkokul beşinci sınıfını geçtim.
Ama hemen diploma vermediler.
İlkokul bitirme sınavları vardı.
Tüm derslerden.
Hepsinden geçtim son yazılı matematik'ti ondan sınava girdim.
En son orada dayak yedim öğretmenden.
Hesaplarımın hepsi doğru ufak bir yerde yanlışım varmış.
Orada bile çaktı tokadı öğretmen.
Oda yetmedi elindeki kalın kapı anahtarıyla kafama kafama vurdu.
Kafamda fındık büyüklüğünde şişlikler oluştu.
Tabi ki bir tek beni dövmedi.
Sınıfın çoğunluğu o gün son kez dayak yedi.
Sonunda diplomamızı aldık.
Eve varmadan üstümdeki önlüğü paramparça edip çöpe attım.
O kadar kinlenmişim ki okula.
Tabi ki öğretmene de.
İnsan bu kadar gaddar olur mu?
Yıllar sonra öğretmenin oğluyla tanıştık.
Ona anlattım yediğimiz dayakları.
Biz evde sizden aşağı kalmıyorduk.
Her gün kesintisiz dayağımız vardı dedi.
Bize verdiği bilgileri hala kullanıyoruz.
En önemli öğrendiğimiz şey sakın çocukları dövmeyin.
Yetmiş yaşına da gelseler unutmazlar.
Şiddet şiddeti doğurur.
Sevgi kat kat geri döner.
Sevgiyle kalın.